Erteleme ve Erteleme Hastalığı: Futbol müsabakaları izliyorum bazen. 90 dakikalık süre öylesine hızlı akıyor ki, başarılı takımlar hemen gole ulaşıp işi bitirmek istiyorlar. Maçın hızı genellikle yandan bakılan bir küvet şeklinde, yüksek tempoda başlayıp ilk 45 dakikanın 20-40 dakikası arasında düşüyor, son 5 dakikada hızlanıyor. Bu ilk yarıda böyle. İkinci yarıda ise maç genellikle yine hızlı tempoda başlayıp ikinci yarının 60-80. dakikaları arasında yavaşlıyor; son 10 dakikada ise galip gelmesi gereken tarafın panik ataklarıyla hızlıca tükeniyor. Ya da mağlup takımın beraberliği kurtarma çabasıyla hızla eriyor.
Sonuç şudur: Eğer galip gelmek isteyen takım son 10 dakikadaki performansı maç boyunca sergilese farklı bir şekilde galip gelebilir.
Aynı durum pek çok işde de geçerlidir. Hatta öğrencilerin sınavda zamanı kullanmaları bile benzerdir. İnsan yaşamında bile böyle. Gençken umursamadığımız kişileri ve davranışları ömrümüzün sonu olarak gördüğümüz yaşlılıkta pişmanlıklarla yeniden hareketlendirmeye çalışıyoruz.
Dikkat ederseniz, ciddi olduğu kadar içsel, gizli bir erteleme duygusu nasıl da hakim oluyor insana. Peki neden erteliyoruz? İngilizcede “Procrastination” kelimesi “Erteleme veya erteleme hastalığı” anlamına geliyor. Erteleme hastalığı diye birşey var mı? Gerçekten de ertelemek bir hastalık mıdır?
Türk atasözüne göre, “Bugünün işini yarına bırakma”. Yarına neyin ne olacağına dair bir garantimiz yok. Aslında bizi ertelemeye sevk eden şey işin kendisi değildir. Bizi ezen, o işin o anda yapılamayacak kadar karmaşık veya zor olacağını düşünmemizdir. Her gün daha da zorlaştığını gördükçe, onu bastırmaya çalışıyoruz ve sonunda bir şekilde, bir mucize sayesinde ortadan kaybolacağını umuyoruz.
İnsanlar yapmaları gerektiğini bildiklerini yaparsa, büyük bir hayal kırıklığı ve mutsuzluktan kaçınılabilir. ABD’li gazeteci Arthur Brisbane bir defasında şöyle yazmıştı: “Öneminizi abartmayın, ebatlarınızı abartmayın, önemsizliğinizi de abartmayın. Siz insan yuvasında bir karıncasınız. Bir karınca gibi çalışkan ol. Kendine sorumluluklarını bil ve merhametli ol.” Güçlü bir dille söylemiş değil mi?
KİMLER ERTELER?
Ertelemenin temel nedenlerine bakacak olursak basitçe şunları sıralayabiliriz:
- Standartlarınız yüksekse erteleme ihtimaliniz yüksektir. Standartlar sizin hedeflerinizdir. Mükemmel arayışınız varsa, onu bulamadığınız sürece önünüze gelen tüm seçeneklere ilgi göstermeyip karar vermemenizdir. Evlenemeyen erkek veya bayanların bir çoğu kendi ölçütlerine göre aday bulamadığı için bir ömür boyu bekâr kalmaları olasıdır.
- Zaman yönetimindeki zayıflık. Maçlar için verdiğim örneği hatırlayın. Zaman bolca varken yapılması gerekenleri yapmayıp, sonradan harekete geçmek bir erteleme durumudur. Oysa atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiştir.
- Kendine aşırı güven duymak. Bazen “Ben en doğrusunu bilirim” diyerek kararları ertelemek de sonradan pişmanlıklara yol açabilmektedir.
- Zaten adı üstünde; tembel insan zahmetten ve sorumluktan kaçma eğilimindedir. Zora gelmez. Erteleme eğilimi yüksektir.
Ağırlık taşıyan bir insanın o ağırlığı taşıdığı sürece yapması gerekenler vardır. Yüklenir, taşır, yorulunca oturur. Dinlenir. Sonuçta taşıması gerekeni taşımak durumundadır. Bu onun sorumluluğundadır. Sorumluluk hakları doğurur. Doğru olanı doğru bir şekilde yaparak hakları ve sorumlukları yerine getirebiliriz. Bizim yükümüzü ağırlaştıran şey yükün bizzat kendisi değildir; ona yüke yüklediğimiz anlamın ağırlığıdır.
Bir Çin deyişinde meşhur söz vardır: Yüzlerce kilometrelik yol, tek bir adımla başlar. Bu ilk adımın iki başarılı sonucu vardır: Birincisi, yolculuk yapmaya çalıştığımız mesafeyi kısaltmış olursunuz. İkincisi ise kendimizi daha iyi hissetmemize ve daha fazla umutlu olmamızı sağlar. Bu da inancımızın doğurduğu güç olur ve bizi motive eder. O ilk adım bizi daha fazla yerlere götürür. Merak ettiklerimize ulaştırır. Heyecan verici yerlere ulaştırır. İleriye, daima ileriye doğru bir hareket ivmesi sağlamış olursunuz. Ve yolculuk bittiğinde harika hatırlar biriktirmiş oluruz. Bu anıları hatırlandıkça mutlu olur, anın keyfini çıkarırız.
SONUÇ: HER ŞEY ZAMANINDA
Bir ödevi, bir okulu, bir projeyi… tamamladığınızda, bitirdiğinizde neler hissedersiniz? Geçmişteki zahmetler gitmiş memnuniyet verici başarılar kalmıştır.
Çalışma kimseyi öldürmez. Kaygı veya tembellik saikasıyla çalışmamak yaralar. Calvin Coolidge’ın dediğine katılıyorum. Şöyle yazmıştı: “Tüm büyümeler harekete bağlıdır.” Efor sarf edilmeden fiziksel olarak da entelektüel olarak da gelişme olmaz. Efor sarf etmenin anlamı ise çalışmadır. Çalışmak kötü bir şey olamaz, çalışmak zekanın ayrıcalıklı özelliğidir. İnsanlıktır. Medeniyetin ölçüsüdür.
Unutmayın; hastalıklar erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilir. Erteleme hastalığı da buna tabidir.
Ertelemek bir zaman hırsızlığıdır. Bugünün işini yarına bırakma!
Disiplinli ve planlı olun!
Ya şimdi, ya da hiçbir zaman!